Dinlemeyi öğrenmek, doğru iletişim için şart!
İyi anlatabilmek gibi iyi dinleyebilmek de üstün bir özelliktir…
Biz insanlar, genelde anlatmayı seviyoruz, dinlemek ise sıkıcı geliyor. Oysa iletişim çift yönlü bir kanaldır ve kendini dinletme arzusu kadar, diğerini dinleme eylemini de gerektirir.
En basit şekliyle, mesajı verebilmek için mesajı alan tarafın da olması mecburiyeti vardır. Aksi halde mesaj bütünlüğünü tamamlamaz; kendimiz söyler, kendimiz dinleriz.
Daha milat öncesi çağlarda, “dinlemeyi öğrenirsen, kötü konuşmalardan bile yararlanabilirsin” diyerek dinlemenin önemine dikkat çekmiş, Yunanlı filozof Plutarch.
Anlaşılan, dinleme eksikliği, o zamanlarda da söz konusuymuş.
Dinlemek, çoğu hallerde, anlatmaktan daha çok fayda sağlar…
Anlamaya yönelmeden, sadece sıra savmak ve yeniden konuşma sırasının gelmesi için beklerken dinler gibi görünmek, aslında kendimizi aldatmaktan başka bir şey değildir.
Çünkü söylediklerimiz, kendi bildiklerimizden fazlası değildir. Hep kendimiz konuşarak sadece kendimizi tekrarlar; öğrenme şansını kaçırırız.
Sağlıklı dinlemenin birinci koşulu ise önyargısız olmaktır.
Dinlemeye dair son sözü, yeni dönem filozoflarından İspanyol Delia Steinberg Guzman’a bırakıyorum:
“Işığını yak. Bir gülümseme yak. Başlangıçta zor gelse bile, yeni bir şey öğrenmek için veya şimdiye kadar anlamadığın şeyler için ilgini yak. Seni çevreleyenleri dinleme kapasiteni yak; bak o zaman beklemediğin harikalar bulacaksın.”
Eğitim…
Tahminen yetmişli yaşlarını süren adam, hukuk fakültesindeki amfinin yan duvarında asılı panoya başını iyice yaklaştırmış, açıklanmış sınav sonuçlarını okumaya çalışıyordu. Hemen yan tarafında duran genç öğrenci kızdan yardım istedi:
- Kızım, gözlüğümü almayı unutmuşum. Bak bakalım, Zeynel Abidin Yeşilyurt sınavı vermiş mi?
- Bakayım amca. Evet işte burada, seksen alıp geçmiş. Oğlunuz mu olur?
- Yok kızım, benim kendi notum. İyi, demek ki sınavı başarmışız.
Genç kız gülümseyerek sürdürdü konuşmasını:
- Amca, ikinci bir üniversite mi bitirmeye karar verdiniz. Bu yaştan sonra zor olmuyor mu?
- Yok evladım, öyle değil. Henüz birincisini bitirmeye çalışıyorum.
- Biraz geç kalmışsınız galiba.
Bu kez adam gülümsedi:
- Sanırım öyle... Ben aslında terziydim. Ortaokulda çıraklıkla başladım mesleğe, lisede kalfa oldum. Ama üniversiteyi bitirip avukat olmak istiyordum. O sıralarda birini sevdim, evlenmek istedim. Kızın ailesi şart koştu: “Okulla falan uğraşamayız, senin elinde mesleğin var, ekmeğini kazanıyorsun, terzi kalırsan kızı veririz” dediler. Ben de mecburen kabul ettim. Beş yıl önce kayınpederi kaybettik, üç yıl önce de hanımı. Şimdi ben de içimde uhde kalan, yarım bir meseleyi tamamlamak istiyorum…
Genç kız kalakalmıştı:
-Şimdi siz sevdiğiniz kız için geleceğinizden, hayallerinizden, kariyerinizden vazgeçtiğinizi mi söylüyorsunuz. Ben bunu sadece kadınlar yapar sanırdım…
Yukarıdaki hadise, yakın geçmişte –isim hariç- ayniyle yaşanmıştır.
O zamanlar ülkemizde sadece altı hukuk fakültesi mevcuttu ve Zeynel Abidin Bey zoru başarmıştı.