Bir kız çocuğunun anıları…
“Okul yaşından küçük olduğum için ilkokula başladığımda hiç arkadaşım olmadı. Büyük çocuklar kalemimi kırarlardı. Annem kızar da, ‘ya bak gördün mü, sen henüz küçüksün’ der diye ona doğrusunu anlatmaz, kalemimi kaybettiğimi söylerdim hep…”
Kırklı yaşlarını süren kadınların çocukluk anılarına yönelik bu haftaki yazım. Benzer anılara sahip olmayanlar için ise umarım gülümseten bir yazı olur.
Şimdilerin yetişkin bir kadını, çocukluk zamanlarını anlatıyor:
“Bir keresinde hiç unutmam. Mahallemizin köpeği kovalıyor, ben kaçıyorum.
Ben korkudan ölürken, meğerse köpek oyun oynuyormuş. Bu olaydan sonra köpeklerden çok korkar oldum. Annem korkumu yenmem için bana ve erkek kardeşlerime bir köpek aldı.
Benim, köpekle ilişkim şu: Evimizin bahçesinde ben kaçıyorum, o kovalıyor…
Annem baktı olmuyor, köpeği iade etti.
Sonuç: Kardeşlerimden hiç tepki yok. Bense, köpeğimi nereye yolladınız diye zırlıyorum.”
***
“Bir gün incir ağacından üzerime tırtıl düşmüştü. Erkek kardeşimle onu cezalandırmaya karar verdik ve toprağa gömdük. Sonra eve gidip heyecanla yaşadıklarımızı anlattık. Annem, ‘siz ne yaptınız, o tırtıl büyüyünce kelebek olacaktı’ deyince, kardeşimle birbirimize bakıp hızla gerisin geriye, tırtılı gömdüğümüz yere yollandık.
Kelebek güzel bir şeydi çünkü ve biz ikimiz aynı anda onu oradan çıkarmamız gerektiğini düşünmüşüz.
Tırtıl yerinde yoktu (birkaç santimlik toprağın altından çıkmak, onun için çocuk oyuncağı olmalıydı). Biz cennete gittiğini düşünerek yürürken, birden karşımıza çıkan kelebeği görünce sevinçten zıplayıp, kardeşimle birbirimize sarıldık: O artık kelebek olmuştu.”
***
“İki abim okula gidiyordu, bense evde kalmak zorundaydım. Bundan hiç hoşlanmıyor ve beni de okula göndermeleri için bizimkilerin başının etini yiyordum. Onlar buna yanaşmayınca, evden kaçmaya karar verdim. Büyük görüneyim, kimseler anlamasın diye de babamın kravatını boynuma taktım.
İşe yaramadı…
Bir müddet sonra beni bulup eve geri getirdiler.”
***
“Baktılar olmayacak, beni küçük abimle okula göndermeye karar verdiler; daha doğrusu zorunda kaldılar. Sanırım okul müdüründen birkaç günlüğüne izin aldılar. Kayıt edilmeden abimle gidip gelmeye başladım.
Okuldakilerden daha minik olduğum için hiç arkadaşım olmadı.
Büyük çocuklar kalemimi kırarlardı. Annem kızar da, ‘ya bak gördün mü, sen henüz küçüksün’ der diye ona doğrusunu anlatmaz, kalemimi kaybettiğimi söylerdim hep.
Derste tuvaletim geldiğinde, bana çocuksun dememeleri için teneffüse kadar tutardım.”
***
“Bir başka gün bahçemizde para bulmuştum. Büyük kardeşime gösterdim. ‘Bu para geçmez, eski’ dedi. ‘Yaaa, ben atayım da sen al, di mi, onun için böyle söylüyorsun’ diyerek ne kadar akıllı olduğumu gösterdim.
Daha sonra bakkala gidip paramı harcamaya karar verdim. Bakkal amcadan onu, bunu, şunu, her şeyi istedim. Nerdeyse bakkalı satın aldım. Paramı uzattığımda bakkal amca ‘bu para geçmez’ dedi.
‘Hıı… Atayım da paramı sen al, di mi’ deyip eve döndüm.”
Çocuk mu kalsaymışım acaba?
Henüz 4-5 yaşlarındayken iki büyük abimle yarışır, onlar gibi çişimi ayakta yapmaya kalkışırdım. Olmayınca altı ıslak halde oturur, ağlardım.
Matematiği yeni öğrenmeye başladığımda doksanı üçe bölmüş elli çıkarmıştım. Hala nasılını bilmem ama kardeşlerime iyi alay konusu olmuştu.
Hulusi Kentmen’i dedem sanırdım mesela.
Okulda elişi dersinde, beyaz tutkalı arkadaşımın elinden alıp süt diye içmeyi arzulardım hep.
Salaklık, çocukluk ya da yaramazlık, adına ne derseniz…
Şimdi düşünüyorum da, çocuk mu kalsaymışım acaba?