
Algılarımıza sahip çıkalım…
"Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz."
1970’li yılların sonlarında, Paris’in yoksul banliyölerinden birinde çalışan bir ilkokul öğretmeni, altı yaşlarındaki birinci sınıf çocuklarına resim yapmalarını söyler. Konu bulmakta zorlandıklarını görünce de, “bir balık resmi yapın” der. Bir süre sonra çocuklardan birinin, önündeki kağıda sarı bir dikdörtgen yaptığını görür. Öğretmen şaşkındır, çocuk ise kendinden emin.
Çünkü çocuk için; marketlerin dondurulmuş gıda bölümünde satılan, uygun fiyatı ve kolayca yenmesi nedeniyle tüm ailelerde tüketilen, kılçığı çıkartılıp dört köşe kesilerek galeta ununa bulanmış, kızarınca rengi sarıya dönen bir “yiyecektir” balık…
“Kendi evrenimizin gerçekliği” gerçeğini, gözler önüne seren iyi bir hikaye.
Güçlü… Becerikli… Bohem… Korkak… Özgüvenli… Sorunlu… Bakımlı… Yaratıcı…
Hatta çekici…
Yaşantımız boyunca edindirildiğimiz algılar, bebekliğimizden başlayarak kişiliğimizi böyle şekillendiriyor.
Edindirildiğimiz diyorum, çünkü algılar tamamen dış dünya kaynaklı.
Dış uyarılar kontrol altına alınabilir…
Algılarımızın beslenmesi, topluma, aileye, arkadaşa, yaşanan olaylara, sosyal çevreye ve kitlesel iletişime dayanıyor; maruz kalınan etkinin paylaşımı ile pekişiyor ve çoğalıyor.
Milyarlarca kişiye ulaşan gazeteler, dergiler, internet yayın siteleri ve sosyal medya, algıların beslenmesine hizmet ediyor.
Televizyonlarda, reklam kuşaklarının arasını dolduran haberler, eğlence programları, diziler ve filmler de öyle…
Bu durumda, algı ataklarından korunmak zor görünüyor.
Çözüm, öncekileri gözden geçirip yeniden düzenleyecek, sonrakileri ise kontrol altına alacak bilinç düzeyini geliştirmekten geçiyor.
Algılarımıza sahip çıkalım.
Mevcut algılarımız yeni algılarımızı yönetiyor…
Dr.Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken, onlara şu olayı okur :
"Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Ancak nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor.
Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Salyalarından dolayı üstü başı sürekli leke içinde. Yürümüyor.
Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.”
Olayı okuduktan sonra Ruskin, öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar.
Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler.
Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırır.
Daha sonra Ruskin, hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar.
Fotoğraftaki, doktorun altı aylık kızıdır...
***
Einstein’ın bir önerisiyle bitirelim: " Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz."
Bu öneri, algı denilen oyunun kuralları için de geçerlidir…