23.02.2015 / 17:02

Esra EREN

Biraz cesaret

“Hayat, cesurları sever.” Bu söze hepimiz katılırız ama hayatta bizler ne kadar cesuruz?

Hangimiz diyebilir ki;

Reddedilmekten, başlamaktan, bitirmekten, risk almaktan, hata yapmaktan, hayatla yüzleşmekten, sorumluluk almaktan, yenilmekten, değişmekten korkmam!

Bu korkularımız çoğunlukla bizlerin seçimlerimizi etkiliyor. Mesela yeni kararlar almamıza ya da adım atmamıza, kısaca yaşama karşı cesur bir duruş sergilememize engel oluyor. Çünkü korkular, kaçma davranışı ile birlikte ortaya çıkar.

Korku hissi kişiyi rahatsız eder, rahatını bozar ve o kişiden veya alandan kaçma eylemini birlikte getirir. Ve belki de çok mutlu olup başarılı olabileceği durumdan kişiyi koparıp eski stabil yaşantısına döndürür.

Belki de hiç sevmediği birisi ile ilişkisi sadece düzenli gidiyor ve düzenini bozmamak için devam eder. Olduğu yerde sayıp durur.

Ayrıca bu kaçma davranışı, kişinin bu ortamı bir kez daha değerlendirme fırsatını maalesef kişiye tanımaz. Belki de çok sevebileceği doğru işi veya kişiyi bertaraf ettirir. Bunun sonucunda da kendine isyan eder çünkü bu durumu oluşturan kişinin kendi korkularından başka bir şey değildir.

Bu hafta internetten Oscar Wilde'nin etkilenerek okuduğum yazısını paylaştım.

Bazen vazgeçmek veya rota değiştirmek, hem bizim hem de karşımızdakinin hayatının daha mutlu ve huzurlu olması için gereklidir. Biraz cesaret diliyorum hepimize...

Oscar Wilde‘ın yazısı şöyle…

“Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir.

Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da.

Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok kendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden, kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker. Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten, sevinçten, kendisinden kaçar. Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak, kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye, gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar. Korku kendine acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya başlar yaşamdan korktukça. Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür.

Yeni bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar yalnızlıktan da korkar.

Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle, kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık. Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk edilme ihtimaline diker gözlerini.

Her kıpırtıyla örselenebileceğinden çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için bir tek adım bile atmaya yetmez cesaret. Ona sevinci gösterseniz; ‘ya sonra’ diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene aynı sorudur onun aklını kurcalayan; ‘ya sonra!’

Öfke, coşku, dostluk, sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; ‘ya sonra’. Bilinmeyen bir ‘ya sonra’ için bilinenlerin hepsini ıskalamayı kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır.

‘Sonrası umurumda bile değil’ deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar; çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü.

Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz omuzlarında. Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten; çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar artar. Sizi güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan, değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan, değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.” 

 
YORUMLAR

Yazarın Diğer Yazıları

>> Yeni baştan sevmeli - 31.07.2015
>> Kader mi? - 23.06.2015
>> Prenses Odette - 12.06.2015
>> Bir çıkar yol bulsak? - 06.05.2015
>> Sarışın, seksi Brigitte Bardot… - 15.04.2015
Medyaloji Yazarları
Halef R.  VAYIS Neslihan KABAOĞLU Meltem AŞCİ Hüseyin MOVİT
Bozukluk gören gözde…
Tüm Yazarlar